Azim |
Sa´dî, o bizim Şark´ımızın rûh-i kemâli,
Bir ders-i hakîkat veriyor, işte meâli:
"Vaktiyle beş on kâfile sahrâya düzüldük;
Gündüz yürüdük hep, gece bir menzile geldik.
Çok geçmedi, baktım, bir adam hâsir ü hâib
Koşmakta... Meğer eylemiş evlâdını gâib.
Bîçâre gidip haymelerin hepsine sormuş;
Bir taş bile görmüşse, hemen oğluna yormuş.
Avâre peder, nerde bulursun onu! derken...
Gördüm ki ciğer pâresinin tutmuş elinden,
Lebrîz-i meserret geliyor bizlere doğru,
Taşmış da gözünden akıyor şimdi sürûru!
Yaklaştı şütürbâna nihayet, dedi yekten:
"Evlâdımı buldum... Nasıl amma? Onu bilsen...
Karşımda ne görsem, o! dedim geçmedim aslâ.
Aldatsa da tahmînimi binlerce heyûlâ,
Azmimde fütûr eylemedim, ye´si bıraktım...
Mâdâm ki dünyâdadır elbet bulacaktım...
Kumlarda yüzüp, zulmetin a´mâkına daldım;
Hep rûh kesildim... Ne boğuldum, ne bunaldım.
Tevfık-i İlâhî edip en sonra inâyet,
Gördüm gözümün nûrunu karşımda nihâyet. "
İm´ân ile baksak oluyor işte nümâyan,
Sa´dî bize göstermede bir meslek-i irfan:
Bir gâye-i maksûda şitâb eyleyen âdem,
Tutmuşsa bidâyette eğer azmini muhkem,
Er geç bulacak sa´y ile dil-hâhını elbet.
Zîrâ bu şu´un-zâr-ı tecellîde, hakîkat,
Tevfik, taharrîye, taharrî ona âşık;
Azmin de emel lâzımıdır, gayr-ı müfârık.
Olsun da emel azm ü taharrîye mukârin;
Tevfik zuhûr eylemesin sonra... Ne mümkin!
Ba´zen iki üç haybet olur rehzen-i ümmîd...
İnsan o zaman etmelidir azmini-teşdîd.
Ye´sin sonu yoktur, ona bir kerre düşersen
Hüsrâna düşersin; Çıkamazsın ebediyyen!
Mahkûm olarak ye´se şu bîçâre peder de,
Evlâdını şâyed o karanlık gecelerde,
Vaz geçmiş olaydı aramaktan, ne bulurdu?
Elbet biri candan, biri cânandan olurdu. |
|